Mardin 1 Şubesi

Kamu görevlisi devletin yükü değil, gücüdür

5 milyonu aşkın kamu görevlisini ve emeklisini, aileleri ile birlikte düşündüğümüzde toplumun yaklaşık dörtte birini yakından ilgilendiren 5. Dönem Toplu Sözleşme süreci sona erdi. Etki sahası bu kadar geniş olan bu süreç yazılı ve görsel basında gündemin ilk sıralarını oluştururken, her dört haneden birinin ana gündemini teşkil etti. Zira 20 milyonluk bir kitlenin ekonomik ve sosyal yaşantısını doğrudan belirleyen toplu sözleşme kaçınılmaz bir biçimde tüm ülke ekonomisini de etkileyecektir. Bu yönüyle toplu sözleşmeler, ülkenin gelecek iki yılına birçok yönden tesir eden kritik eşikler olarak değerlendirilebilir.

2010 yılında elde ettiğimiz toplu sözleşme hakkı bugüne kadar kamu görevlileri için birçok mali ve sosyal kazanım üretilmesinde ciddi bir yere sahip oldu. 2012 yılından günümüze dört toplu sözleşmede, yetkili konfederasyon Memur-Sen, eğitim hizmet kolunda genel yetkili sendika olarak emekçinin güvencesi olan Eğitim-Bir-Sen birçok kazanıma imza attı. Ancak 5. Dönem Toplu Sözleşme sürecinde masa yeterince işletilemedi, kamu işverenince masaya sadece yetersiz oransal bir zam getirildi, birçok teamül ters yüz edildi ve sonuç olarak bir uzlaşma sağlanamadı. Uyuşmazlıkla sonuçlanan süreç, Kamu Görevlileri Hakem Kurulu kararının Resmi Gazete’de yayımlanmasıyla sona erdi.

Öncelikle çeyrek asrı aşan emek mücadelemizde, önemli bir kazanım olarak gördüğümüz toplu görüşmelerden toplu sözleşmeye geçişte ana aktör olduk. Toplu sözleşme hakkının alınmasını kamu görevlileri ve emeklilerin kazanımlarını artırmak için bir imkân olarak görürken, toplu sözleşme sisteminin aksayan yönlerini tespit etmekten de geri durmadık. Çünkü biz yetkili konfederasyon olarak, kamu görevlilerini temsil ederken, aynı zamanda bir toplu sözleşme geleneği oluşturduğumuzun da bilincinde olduk. Biz bu sistemin kanunda düzeltilmesi gereken noktalarını, bu sistemin daha düzgün işletilmesi ve kamu görevlilerine daha fazla kazanım üretecek hâle getirilmesi amacıyla bütün yönleriyle çalıştık. 5. Dönem Toplu Sözleşme süreci, bu çalışmalarımızda dikkat çektiğimiz sorunların bir an önce giderilmesi, eksikliklerin düzeltilmesi gerekliliğini bir kez daha ortaya koydu. Zira son sürecin, 4688 sayılı Kanun’un aksayan tüm yönlerini adeta faş ettiğini rahatlıkla ifade edebiliriz.

Bu meyanda 5. Dönem Toplu Sözleşme sürecini genel olarak değerlendirmek yerinde olacaktır. Daha önceki toplu sözleşme süreçlerinden farklı olarak 5. Dönem Toplu Sözleşme süreci zaten sınırlı olan görüşme süresi, araya giren bayram tatili nedeniyle daha da kısaldı. 200 bin kamu işçisini ilgilendiren toplu iş sözleşmesinin süresi 60 gün iken, 5 milyonu aşkın kişiyi ilgilendiren toplu sözleşmenin süresinin 30 gün ile sınırlı olmasının hiçbir makul izahı olamaz. Ancak işleyen bir süreç vardı ve biz bu süreci tüm aksayan yönlerine rağmen en doğru şekilde yönetmek, masada kazanım üretmek için mücadele ettik. Bizler bir hafta önce Kamu İşveren Heyeti’ne tekliflerimizi sunduk. Bu bir haftalık süre Kamu İşveren Heyeti’nin tekliflerimizi tasnif etmesi, kendi tekliflerini hazırlaması için yeterli bir süreydi. Ancak bunun yerine kamu işvereni tasnife yasal sürenin başladığı 1 Ağustos’ta başlayınca müzakereler için kullanabileceğimiz bir hafta resmen heba edildi.

2020 için yüzde 8+7 oransal zam, yüzde 3 refah payı, 200 TL taban aylığa zam ve 2021 için yüzde 6+6 oransal zam, yüzde 2 refah payı oranındaki teklifimize karşılık Kamu İşveren Heyeti, görüşmelerin bitmesine sadece 4 gün kala 2020 için yüzde 3,5+3 ve 2021 için yüzde 3+2,5 şeklindeki kabul edilemez ilk teklifini sundu ve masaya oransal zam dışında bir teklifle de gelmeyerek diğer taleplerimizi görmezden geldi. Kamu Görevlileri Sendikaları Heyeti olarak, bu teklifi, kabul edilebilir olmadığını söyleyip reddettik. Kamu işvereninin, toplu sözleşmenin bitmesine sadece bir gün kala 2 puan artırarak sunduğu yüzde 4+4 ve yüzde 3+3 oranındaki teklifi de yetersiz bulduk.

Bu teklife tepkimizi, iş bırakma eylemi yaparak, boş cüzdanlarımızı Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın önüne bırakarak gösterdik. Kamu Görevlileri Hakem Kurulu’na başvuru için tanınan üç günlük sürenin iki gününün de müzakerelere eklenmesi çağrısında bulunduk, ancak çağrımıza karşılık alamadık. Tüm bu süreçlerde masayı bir an olsun işlevsiz kılmadık, kilitlemedik, müzakerelerde etkin bir biçimde yer almaya devam ettik. Buna karşın Türkiye’nin ekonomik gerçeklerine uygun, toplum ve kamu görevlileri tarafından rasyonel bulunan, kabul gören tekliflerimiz görmezden gelindi ve masadan uzlaşma çıkmadı.

Bu sürecin en talihsiz hatalarından birini Kamu Görevlileri Hakem Kurulu’na gidiş sürecinde yaşadık. Toplantı tutanağının tutulması, görüşmelerde uzlaşılan konuların kayıt altına alınması, uzlaşılan ve uzlaşılamayan konuların uzlaşmazlık tutanağına işlenerek hakem kuruluna götürülmesi gerekirdi. Kamu İşveren Heyeti, masada kabul ettiği maddeleri yok sayarak, tek taraflı ‘tespit tutanağı’ ile görüşmeleri hakem kuruluna götürdü. Eğitim, Öğretim ve Bilim Hizmet Koluna İlişkin Mali ve Sosyal Haklarla İlgili Toplantı Tutanağında kayıt altına aldığımız birçok kazanım da berhava edilmiş oldu. Üstelik bu, hizmet kolundaki sendikalarımızın hiçbirine o güne kadar üzerinde konuşulan konularla ilgili toplu sözleşme imzalamaya yönelik bir iradeleri olup olmadığı sorulmadan, masaya davet edilmeden, bu yönde bir çağrıda bulunulmadan yapıldı.

Hakem kurulunda objektif bir tavır beklerken, kamu işvereninin isteklerini yerine getiren bir teslimiyet gördük. Biz hakem kurulunda; adaletin heybetini değil, işverenin heyetini gördük.

Hakemlik sürecindeki tutum, tavır ve kararları, kurulun varlığını, yapısını, meşruiyetini ve özerkliğini kamu görevlileri nezdinde tartışmaya açmıştır. Şunu net bir şekilde bir kez daha gördük ki bu süreçte ne işveren heyeti ne de hakem, kamu görevlilerini anlamamıştır. 4+4 ve 3+3 oranları, zammı enflasyona verdirmek, enflasyona bağlı alım gücünün düşmesi gerçeğini görmezden gelerek kamu görevlilerini yoksullaştırmaktır. Bu süreçte Eğitim-Bir-Sen olarak, 1 milyonu aşkın eğitim çalışanının haklı ve yerinde beklentilerini göz ardı eden, Kamu İşveren Heyeti ile uzlaşılmış konuları dahi görmezden gelen, haksız ve adaletsiz hakem kurulu kararına şerh düşerek itirazlarımızı dile getirdik.

Toplu sözleşmenin hemen akabinde gerçekleştirdiğimiz Eğitim-Bir-Sen 46. Başkanlar Kurulu’nda deklare ettiğimiz gibi, bir milyonu aşkın eğitim çalışanının haklı beklentilerinin, alın terinin karşılığı taleplerinin kamu işverenince karşılanması bir yana, üzerinde durulmadan geçiştirilmesi, sorunlara duyarsız, çözüm önerilerine kayıtsız kalınması asla kabul edilemez. Eğitim çalışanlarının sayısal çoğunluğunun ve varlığının toplumsal bir güç yerine bir yük olarak görülmesi, eğitim çalışanları adına esef verici, çalışma hayatının geleceği açısından ise kaygı vericidir.

Devlet geleneğimizde güzide bir yeri olan memuru örseleyen her türlü yaklaşımla mücadele, sadece kamu görevlileri sendikalarının görevi değil, en az onun kadar kamu işvereninin de görevidir. Bir devlet, kamu görevlilerinin gücü kadar güçlüdür. Memuru zayıf bir devlet güçlü devlet olamaz veya gücünü sürdüremez. O hâlde, memuru güçlendiren her adımın hizmetin kalitesini artıracağının ve dolayısıyla devleti de o oranda güçlendireceğinin farkında olarak hareket edilmesi gerekmektedir.

Bu gerçekten hareketle Türkiye’nin entelektüel birikimi olarak, “Güçlü Memur, Güçlü Devlet” söylemimizi kavi kılacak bir vizyona ve bunu hayata geçirecek örgütlülüğe olan ihtiyacın dünden daha fazla olduğunu biliyoruz. Zira dünya yeniden şekilleniyor ve kartlar yeniden karılıyor. Küresel iktisadi sistemin çöküş alarmı verdiği, ticari savaşların kur savaşlarına evirildiği, gelişmekte olan ekonomilerin yüksek kırılganlık riski, uluslararası güç mücadelesinin büyük ekonomik savaşları tetiklediği bir zeminde emekçi için mücadelenin çok daha zor olacağını da bilmeliyiz. Devletlerin, sermaye gruplarının bütünüyle uysal pazarlarına evirilmeleri için çok daha fazla baskılanacakları ve bunun neticesinde gittikçe zayıflayacakları bir geleceğin işaret fişekleri çoktan atılmış durumda. Çalışma yerlerinin adeta vahşi rekabet arenası olarak inşa edildiği, güvencesizliğin bir virüs gibi yayıldığı neoliberal evrende emekçilerin sermayenin merhametine daha fazla muhtaç bırakılacağı da aşikârdır.

Dijital çağın yeni ve eskisinden daha vahşi sömürü sistemi sadece belli bir coğrafyanın sorunu olmadığı gibi sadece belli bir emekçi grubunu etkileyecek bir durum da değil. İşçiyi etkilediği kadar kamu görevlisini de, bir şirketi etkilediği gibi devletleri de etkilemektedir.

Emeği maliyet unsuru olarak gören yaklaşımla şekillenen neoliberal evrenden kamu görevlileri de nasibini almaktadır. Memurun ürettiği işin toplumda itibarsızlaştırılmaya çalışılmasında da memurun emeğini maliyet unsuruna indirgeyen bakışın altında da neoliberal evrenin örtük mesajları olduğunu biliyoruz. Merceği bozulmuş bu nazarın inşa ettiği manzarayı asla tasvip etmiyor, bu şaşı bakışın düzeltilmesini elzem görüyoruz.

Güçlü devletlerin güçlü şirketlere yerini bıraktığı bu yeni dünyada “Güçlü Memur, Güçlü Devlet” mottomuzun daha hayati bir noktada durduğunu ve bu iddiamızı ancak dünden daha güçlü bir örgütlenmeyle mümkün kılacağımızı görmemiz gerekiyor. Tam da bu noktada, emeğin hakkının alınmasında memur sendikalarının kilit konumda olduğunu hatırda tutmak icap ediyor. Biz teşkilat olarak bunu yapabilecek kurumsal nitelik ve örgütsel niceliğe sahibiz.

Zira biz düne kadar “memurun sendikası mı olur” sorusunun sorulduğu bir ülkede, bu soruyu bir binaya bir tabela çakarak cevaplamadık; bilakis ortaya koyduğumuz mücadele ve elde ettiğimiz sayısız kazanımla memurun sendikalaşmasının nasıl olacağını ve nasıl büyük değişimleri tetikleyeceğini bütün ülkeye gösterdik. Şimdi geldiğimiz noktada “Güçlü Memur, Güçlü Devlet” mottosu ile küresel kapitalist sistemin karşısında mevzilenerek bir mücadele yürütüyoruz.

Dün yasanın olmadığı bir vasatta yürüyüşümüz başlamıştı ve bu yürüyüşte yolu da inşa edenler olduk. Dünün gerçekliğinde geçerli ancak bugün için yetersiz olan 4688 sayılı Kanun ve kanunun ortaya koyduğu toplu sözleşme sisteminin değişmesi, toplu görüşmelerden toplu sözleşmeye geçişimiz kadar hayatidir. 5. Dönem Toplu Sözleşme sürecinde, geçmişte pek çok kazanıma zemin hazırlayan bu sistemin artık bugünün gerçekliklerine cevap vermekten ne kadar uzaklaştığını tüm kamuoyu nezdinde bir kez daha müşahede ettik. Son toplu sözleşme sürecinde, başta kamu görevlileri olmak üzere, tüm kamuoyu 4688’deki eksikleri, kanunun masaya koyduğu fazlalıkları, hakem kurulunun üye dağılımındaki adaletsizlikleri, grev ve siyaset hakkı olmayan bir sendikal özgürlük illüzyonunu gördü.

Masada karşımızda tekliflerimizi yok sayan bir heyet varken, yanımızda ise temsil ettikleri emekçilerin kazanımları ile alakadar olmayanları, kamu işverenine baskı kurmak için kılını dahi kıpırdatmayanları herkes gördü. Sırtında yumurta küfesi taşımayanların o masada oturması, bugüne kadar sergilenen pratik göstermiştir ki, masa düzenini böyle kuran aklın hedeflediği amaca uygun olarak sadece yetkili sendikanın elini zayıflatmaktadır.

Sonuç olarak, milyonlarca insanı yakından ilgilendiren bu süreci geride bıraktık. Lakin bu süreç tutanak konusunda devre dışı bırakılmış hukuk, yok sayılan toplu sözleşme kültürü, teamülleri ve toplu sözleşme hükümleri ile tartışılmaya devam edecek. En önemlisi, biz kamu görevlileri, masada çözümsüz kalan birçok sorunumuzun zorluklarını yaşayarak üretime, hizmete devam edeceğiz.

Süreç boyunca geliştirdiğimiz hiçbir tavrı bir diğerinin muadili olarak görmedik. ‘Hangisi yapılmasa eksik kalır’ bilinciyle hareket ettik. Toplu sözleşme sürecinde, talep toplama aşamasından teklif hazırlamaya, nakıs bir kanunla şekillenen cari şartlarda masayı en etkin şekilde kullanmaktan sahada eylem yapmaya kadar, her aşamada eş zamanlı yürütülen çok yönlü bir işleyişi ortaya koyduk. Bu sürecin tüm aşamalarında alınan her karar, örgütlü yapımızın ortak aklının ürünüdür. Nihayetinde ‘sendikal haysiyete sığmaz’ diyerek imza atmadığımız 5. Dönem Toplu Sözleşmesi’nde ortaya konan irade bu duruşumuzun nihai noktası olmuştur. Aksi düşünülemezdi. Zira bizim için yüzde 14’lük orana imza atmak üyelerimizin bize verdiği yetkiyi kötüye kullanmak, 20 milyon insanın kursağından geçecek ekmeğe de bize alın terini emanet eden emekçiye de ihanet olacaktı.

Eğitim-Bir-Sen ve Memur-Sen olarak, önümüzdeki süreçlerde de kamu görevlilerini yoksullaştırmaya neden olacak bu toplu sözleşme sistemindeki sorunları ve çözüm önerilerini gündeme taşımaya devam edeceğiz. Kamu görevlilerinin çözülmesini beklediği ve bizim de masaya taşıdığımız birçok sorun önümüzde duruyor. Kamu İşveren Heyeti’nin tekliflerinde dahi yer vermeyerek görmezden gelmesi bu sorunları ortadan kaldırmıyor.

Biz, sorunlu bir eğitim sisteminin fedakâr çalışanları olarak, daha iyi bir eğitim sistemine sorunları öteleyerek ulaşılamayacağını gayet iyi biliyoruz. Önümüzdeki süreçte örgütlü gücümüzle tüm bu sorunları daha yüksek sesle dillendirmeye devam ederken, sorunlara çözüm önerileri geliştirilmesinde adeta bir ekole dönüşen birikim ve tecrübemizle mücadelemizi sürdüreceğiz.